FEN SINIFINA HOŞGELDİNİZ!!!
  VÜCUDUMUZDAKİ SİSTEMLER
 

                                            

DOLAŞIM SİSTEMİ

Kalp, kan ve kanı hücrelere kadar taşıyan damarlar dolaşım sistemini oluşturur. Bu sistemin görevleri ise;

1. Taşıma görevleri
a) Sindirilen besinleri hücrelere götürmek
b) Akciğerlerden alınan oksijeni hücrelere götürmek
c) Artık ürünleri ve karbondioksiti hücrelerden almak, boşaltım organlarına götürmek
d) Vücudun bütün parçalarındaki daha aktif dokularda üretilen ısıyı yaymak, vücut ısısını dengede tutmak ve ayarlamak
e) Üretilen hormonları ilgili organlara götürmek

2. Düzenleme ile ilgili görevleri (Asit-baz dengesini sağlamak)

3. Bağışıklık olaylarını gerçekleştirmek (Savunma görevi)



Kan damarları:
Atardamarlar: Kalpten çıkan kanı organ ve dokulara taşıyan damarlardır. Atardamarlar geniş, esnek ve sağlam bir yapıdadır. Dokuları oluşturan hücrelere besin ve oksijen taşırlar. Kalpten akciğer atardamarı ve aort damarları çıkar. Akciğer atardamarı hariç bütün atardamarlar temiz kan taşır. Akciğer atardamarı kirli kan taşır. Atardamarlar karıncıklardan çıkarlar.

Toplardamarlar: Tüm organlara yayılan kanı, yeniden kalbe getiren damarlardır. En önemlileri, vücutta kirlenen kanı taşıyan alt ve üst ana toplardamarlardır. Akciğer toplardamarı ise akciğerde temizlenen kanı kalbin sol kulakçığına taşır. Toplardamarlar vücuttaki kanı, kulakçıklara getirir.

Kılcal damarlar: Kandaki besin ve oksijenin hücrelere geçmesini sağlayan damarlardır. Atardamarlar ve toplardamarlar arasında bulunurlar. Vücudu bir ağ gibi sararlar. Kılcal damarların ince duvarından sindirim ürünleri ve oksijen hücrelere geçer. Hücrelerde oluşan karbon dioksit ve diğer artık maddeler, toplardamarların kılcal uçlarına verilir. Kısaca madde alış-verişi kılcallarda sağlanır.

Kanın kalpten pompalandıktan sonra vücudu dolaşarak yeniden kalbe dönmesine, kan dolaşımı denir.Kan dolaşımlarını anlatmadan önce şu hatırlatmalarda bulunmak gerekir.
*Kalbin sağ tarafında kirli sol tarafında temiz kan bulunur.
*Kalbe giren damarlar (toplardamarlar) kulakçıklardan girerken, kalpten çıkan damarlar (atardamarlar) karıncıklardan çıkar.

a. Büyük kan dolaşımı: Sol karıncıktan aort ile çıkan temiz kanın tüm vücudu dolaşarak oksijeni azalıp karbondioksiti çoğaldıktan sonra, alt ve üst ana toplardamarlarla kalbin sağ kulakçığına gelmesine büyük dolaşım denir.

Sol karıncık -->AORT Organ atar damarları -->Kılcallar -->Organ
toplar damarları -->Üst ve alt ana toplar damarı -->Sağ kulakçık

b. Küçük kan dolaşımı: Sağ karıncıktan akciğer atardamarı ile çıkan kirli kanın akciğerlere gidip temizlendikten sonra, akciğer toplardamarı ile kalbin sol kulakçığına gelmesine küçük dolaşım denir.

Sağ karıncık -->Akciğer atar damarı -->Akciğer kılcalları -->Akciğer toplar damarları -->Sol kulakçık

BİLİYOR MUSUNUZ?
Yüz altmış sekiz ton ağırlığındaki bir mavi balinanın kalbinin otomobil kadar, damarlarının bebek emekleyebilecek kadar büyük olduğunu ve kalbinin dakikada üç defa attığını biliyor musunuz?

Kan Hücreleri
Alyuvar: Yapılarındaki hemoglobinden dolayı kana kırmızı rengini veren hücrelerdir. Oluştuklarında çekirdeklidirler, ancak olgunlaştıklarında çekirdeklerini kaybederler.
Alyuvarlar, solunum organlarından aldıkları oksijeni dokulara taşır ve dokulardan alınan karbondioksitin solunum organlarına taşınmasına yardımcı olurlar. Kandaki sayıları yaş, cinsiyet, yapılan iş ve yaşam ortamının yüksekliğine göre değişir. Kemik iliğinde yapılarak kana verilirler.

Akyuvarlar: Beyaz renkli iri çekirdekli, büyük ve sabit bir şekli olmayan kan hücreleridir. Kemik iliği ile lenf düğümlerinde ve dalak, timüs gibi lenf dokularında üretilirler. Ömürleri birkaç gündür. Akyuvarlar, mikropları yutarak veya onlara karşı antikor üreterek vücudun savunmasını sağlarlar. Yapı olarak alyuvarlardan daha büyüktürler.

Kan pulcukları: Kemik iliğindeki iri yapılı hücrelerden oluşan kandaki en küçük parçacıklardır. Tam bir hücre yapısında olmadıklarından ömürleri kısadır. Kanın pıhtılaşmasını sağlar. Böylece kan kaybını önlerler.
insanlarda A, B, AB, 0 olmak üzere dört çeşit kan grubu vardır. Kan grupları bu adları, iki çeşit proteinden almıştır. Kanda bu proteinlerden hangisi varsa kan grubu o harfle adlandırılır. A proteinini taşıyanlar A grubu, B proteinini taşıyanlar B grubu, bu proteinlerden hiç birini taşımayanlar 0 grubu ve her ikisini de taşıyanlar AB grubudur. Her kan grubunun taşıdığı antikorlar da birbirinden farklıdır.

 

 

Teknolojik gelişmelerin dolaşım sistemi ile ilgili hastalıkların tedavisinde kullanımı


Hastalıklara karşı önlem almak, hastalıkları tedavi etmekten daha kolaydır. Önlem almak, bedensel, zihinsel ve ruhsal rahatlığı sağlamaya çalışmaktır. Hastalık hali ise, aşırı güçsüzlükler nedeniyle bedenin belirtiler vermeye başlamasıdır. Bu belirtilerin oluşması bazen yıllarca sürebilir, çünkü bedenimiz, hemen teslim olmadan, uzun süre savaşabilecek güce sahiptir. Genellikle yavaş, ama süreklilik gösteren bir kötüye gidiştir bu! Kendimizi geçen yılki gibi güçlü ve zinde bulmayız, sağlık durumumuz gerektiğince iyi değildir artık. Bu durum zamanla bir hastalık haline dönüşmeye başlar, ama biz durumumuzu ancak belirtiler açıkça ortaya çıktığında fark ederiz. Burada, kalp ve damar sistemi ile ilgili ayrıntılara değineceğiz. Bu ayrıntılar yalnızca adı geçen sistemlerle ilgili sorunları olanları ilgilendirmiyor. Onlar, yaşamları boyunca bu tür rahatsızlıklardan uzak kalmak isteyen her sağlıklı kişi için de geçerli. Konuyla ilgili dört etken göz önünde bulundurulmalıdır

Hareketlilik

Kullanılması, arada bir de olsa, elden geldiğince zorlanması, sistem için yaşamsal öneme sahiptir. Kalbin ve damar sisteminin gerçekten zorlandığının anlaşılabilmesi, ancak, kalp atışımızın hızlanmasına ve soluk soluğa kalmamıza neden olabilecek kadar yoğun bedensel hareketleri yapmakla mümkün olabilir. Ama bu yöntem, her gün soluksuz kalana kadar koşuşturmamız gerektiği biçiminde algılanılmamalıdır. Doğrusu, rahatlatıcı ve eğlendirici olabilen, belirli bir günlük disiplinle sürdürülen beden hareketleridir. Önemli olan, beden hareketleri de dahil olmak üzere, günlük yaşamın her alanında ölçüyü aşmamaktır.

Beslenme


Dolaşım sisteminin sağlığı, tüm besin maddelerinin içinde öncelikle yağ tüketiminin miktarına bağlıdır ve pek çoğumuz gereğinden fazla yağ tüketiriz. Son yıllarda, öncelikle hayvansal yağların kandaki kolesterol düzeyinin artmasında başlıca etken olduğu ve bu gelişmenin çeşitli dolaşım sistemi hastalıklarına yol açtığı savunuldu. Genel anlamda, hayvansal yağ tüketiminden vazgeçilerek, bitkisel yağ tüketimine geçişin yararları vurgulandı. Ama yapılan son araştırmaların sonuçlarına göre, konu bu kadar basit değil. Pek çok bulgu, bitkisel yağların da kolesterolü arttırıcı etki içerdiğini gösteriyor. Bu durumda seçilebilecek tek güvenli yol, her tür yağın tüketimini kısıtlamaktır. Bunun anlamı öncelikle, görünen yağlardan kaçınmak (et, tereyağı, sıvı yağlar) ve ayrıca, yağ tüketiminde önemli yer tutan, görünmeyen yağlardan da uzak durmaya çalışmaktır (süt, peynir, süt ürünleri, mayonez, pasta ve kurabiye). Bu tür gıdaların yerine, bolca taze sebze ve meyve, kepekli tahıl ürünleri ve baklagiller (fasulye, bezelye, nohut) tüketilmelidir. Özellikle baklagillerin ve yulafın kandaki kolesterol düzeyinin azalmasına yardımcı olabilecekleri ise unutulmamalıdır.

Tütün ve alkol

Sağlığına özen gösteren, öncelikle kalp ve damar sisteminin sağlığı ile yakından ilgilenen herkesin sigarayı bırakması ve alkol tüketimini kabul edilebilir düzeye indirmesi gerekir.

Stres

Günümüzün hızlı yaşam biçiminden kaynaklanan stres, başta kalp ve dolaşım sistemi rahatsızlıkları ve sinir sistemi rahatsızlıkları olmak üzere, pek çok hastalığa yol açmaktadır. Stres görece bir kavramdır, yani etkileri kişiliklere göre değişebilir. Ama stres etkilerini araştırmak yerine, kişilerin günlük yaşamda stresle nasıl başa çıkabildiklerinin araştırılması herhalde daha doğru olurdu. Stres etkilerinden ve duygusal rahatsızlıklardan korunarak, yaşamımızla ve sağlığımızla ilgili sorumluluklar yüklenebilmemiz için, çağımızın bize sunduğu çeşitli olanaklardan yararlanmayı öğrenmemiz gerekir. Stresten kaynaklanan rahatsızlıklara ve gerginliklere karşı şifalı bitkilerden de yararlanabiliriz. Ama çok daha doğru ve gerçekçi sayılabilecek yaklaşım, bu rahatsızlıklara yol açan nedenleri kendimizde aramak ve değiştirmeye çalışmaktır. Böylesi bir arayışa ve değişikliğe yönelmek için bilinç ve bazen de cesaret gerekir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SOLUNUM SİSTEMİ
Kan hücrelere besin ve oksijen taşır. Hücrelerde taşınan bu besinler oksijenle yakılır.Besinlerin bu şekilde oksijenle birleşerek enerji açığa çıkarması olayına solunum denir.Solunum olayı sonucunda su, karbondioksit gibi atık maddeler açığa çıkar.Oluşan enerji vücutta kullanılır.Su ve karbondioksit ise dışarı atılır. Solunum organları (Solunum sistemi), akciğerlerle, havayı dışardan alıp akciğerlere taşıyan burun, yutak, gırtlak ve soluk borusudur. Deri de yardımcı solunum organıdır Hücrelerimizde gerçekleştirilecek solunum olayı için gerekli oksijeni dış ortamdan alan ve karbon dioksitin dış ortama verilmesini sağlayan sisteme solunum sistemi denir.
Solunum sistemimizi oluşturan organlar; burun, gırtlak, soluk borusu ve akciğerlerdir. Yutak ve deri, solunuma yardımcı organlardır.


1.Burun: Solunum havasının alınmasını ve nemlendirilmesini sağlar. İçerisinde bulunan kıllar ile solunum havasının temizlenmesini sağlar. Aynı zamanda koku alma organıdır.Sümüksü sıvı sayesinde havadaki tozları ve yabancı maddeleri tutar.


2.Yutak: Burun ve ağız boşluğunun yemek ve soluk borusuna açıldığı bir yol ağzı gibidir. Burun ve ağızdan alınan havanın soluk borusuna iletilmesini sağlar.


3.Gırtlak: Soluk borusunun üst kısmının genişlemiş bölümüdür. İçerisinde konuşmamızı sağlayan ses telleri bulunur.


4.Soluk Borusu:Yutak ve akciğerleri birbirine bağlar. Üst üste dizilmiş yarım yay şeklindeki kıkırdak halkalarından oluşur. Soluk borusu dördüncü sırt omuru hizasında ikiye ayrılarak bronşları, bronşlar da akciğer içerisinde dallanarak bronşcukları oluşturur. Bronşçuklar da alveol (hava keseleri) ile sonlanır.


a) Akciğerlerin yeri ve yapısı: Akciğerler göğüs boşluğunda bulunur. Kalple birlikte göğüs boşluğunu doldurur. Göğüs ve karın boşluğunu ayıran diyafram denilen zarın üzerindedir. Arası özel bir sıvı ile dolu iki katlı zarla çevrilmiştir. Akciğerlerin yapısı süngere benzer. Hacmi büyüyüp küçülebilir. Rengi açık pembedir. Sağ akciğer 3, sol akciğer 2 bölümden yapılmıştır. Bu bölümlere lob denir. Sol akciğerin 3. lobunun yerini kalp almıştır.Bronşlar akciğerlerin içinde bronşcuklarla devam eder. Bronşçukların ucunda üzüm salkımına benzeyen alveol denilen hava keseleri bulunur. Alveoller kılcal kan damarları ile çevrilidir. Oksijen ve karbondioksit değişi-mi alveollerde gerçekleşir. Alveole giren havadaki oksijen kılcal kan damarlarına geçer. Kirli kandaki karbondioksit de yine alveollerde tutularak dışarı verilir. Buna hücre dışı solunum denir.


b) Akciğerlerin görevleri: Akciğerlerin çok önemli olan iki görevi vardır. Dışarıdaki havayı alıp (soluk alma), hava içindeki oksijenin alveollerin etrafındaki kılcal kan damarlarına geçmesini sağlamak. Organlardan kirli kanla gelen karbondioksiti alveollere alıp dışarı atılmasını (soluk verme) sağlamaktır.

Solunum Olayı: Temiz kandaki oksijen, vücut hücrelerine geçerek şekerle (glikoz) reaksiyona girer. Bu olaya hücre içi solunum denir. Hücre içi solunum bir yanma olayıdır. Yanma sonucunda enerji, karbondioksit ve su açığa çıkar. Enerjiyi vücudumuz kullanır. Su ve karbondioksit kana verilir. İnsanlarda solunum olayı, göğüs ve akciğerlerin daralıp genişlemesiyle sağlanır. Bu olay, göğüs ile karın boşluğunu ayıran düz kaslardan yapılı diyafram ile kaburgalar arası kasların kasılıp gevşemesi sonucu oluşur. Hücre içi solunumun denklemi;


Oksijen + Besin —> Karbondioksit + Su + Enerji


Akciğerlerin sağlığının korunması için; Soluduğumuz hava, olabildiğince temiz ve nemli ol malı. Terli iken soğuğa çıkılmamalı Kapalı yerlerde fazla kalmamalı. Toz, toprak, duman (sigara akciğer kanserinin er önemli nedenidir) gibi maddeler solunum havasında bulunmamalı


6) Diyafram kası:Göğüs boşluğunun alt kısmını kaplayan yassı bir kastır. Aşağı-yukarı kasılıp gevşeyerek göğüs boşluğunun hacmini değiştirir. Bu nedenle akciğerlere hava giriş-çıkışı kolaylaşır. Ayrıca göğüs kasları kasılıp gevşeyerek kaburgaların açılıp kapanmasını ve akciğerlere havanın girip çıkmasını sağlarlar.Diyafram aşağıya doğru çekilip, göğüs kasları kasıldığında kaburgalarımız yukarı kalkacağından, göğüs boşluğunun hacmi genişler. Akciğerlere hava dolar, soluk alırız. Diyafram yukarı doğru şişkin; kaburgalarımızı hareket ettiren kaslar gevşek iken göğsümüzün hacmi küçülür. Bu durumda dışarıya hava verilir.Dakikada 16-18 defa soluk alıp veririz.

 
Soluk alma:Soluk alma olayında sırası ile şu olaylar gerçekleşir:

1. Kaburgalar arasındaki kaslar kasılır.

2. Diyafram kası kasılır.

3. Göğüs boşluğu genişler.

4. Akciğerler genişler.

5. Akciğerlerdeki hava basıncı düşer.

6. Oksijen alveollere kadar gelir.

 

Soluk verme Soluk verme olayında da sırası ile şu olaylar gerçekleşir:

1. Kaburgalar arası kaslar gevşer.

2. Diyafram kası gevşer.

3. Göğüs boşluğu daralır.

4. Akciğerler daralır.

5. Alveollerdeki karbondioksit dışarı atılır.

Soluk alıp-verme olayı kısa süreli olarak kontrol altında tutulabilmesine rağmen isteğimiz dışında işleyen bir olaydır.

 

Deri:Derinin görevlerinden biri de solunum organı olan akciğerlere yardımcı olmasıdır.Deri üzerinde bol miktarda gözenekler bulunur. Deri, ter ve dışarıdan gelen kirlerle tıkanmadığı sürece O2 alıp CO2 verme görevini rahatça yapar. Bu nedenle her banyoda derinin gözenekleri açıldığından banyo sonrası rahatlanır.Derinin gözenekleriyle alınan O2 hemen derinin altında yer alan kılcal kan damarlarına geçerek vücuda dağılır. Aynı şekilde deri altındaki kılcal damarlara gelen kandaki CO2 de derideki gözeneklerden atılır.


Solunum Sistemi Hastalıkları:Boğmaca, nezle, kızıl, kızamık, kabakulak, menenjit zatürree, zatülcenp, çiçek, su çiçeği, verem, difteri (kuş palazı) dır.

Bunun dışında, solunum sisteminin sağlığını korumak için aşağıda belirtilen hususlara dikkat edilmesi gerekir:
Burundan nefes alınıp verilmeye çalışılmalıdır. Burun, zararlı mikroplan tutarak diğer solunum organlarına geçişini engeller.
Vereme karşı BCG aşısı yaptırılmalıdır.
Dengeli beslenmeli ve düzenli olarak spor yapılmalıdır.
Bronşit, zatürree, astım gibi solunum sistemi hastalıklarında gecikmeden bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.
Alkol, sigara gibi solunum sistemine zarar veren alışkanlıklardan uzak durulmalıdır
Zaman zaman orman, göl, deniz kıyısı gibi havası temiz olan yerlerde dolaşılmalıdır.
Kalabalık, havasız, ve tozlu yerlerde fazla durulmamalıdır.
Teneffüslerde pencereler açılarak sınıfın havası temizlenmelidir.
 

 

Teknolojik gelişmelerin solunum sistemi sağlığına olumlu, olumsuz etkileri  Solunum hastalıklarına karşı önlemler

Yalnızca beslenmemiz değil, solumamız da bizi biçimlendirir. Solunum yalnızca başka organları ve sistemleri etkilemekle kalmaz, hastalıklara da yol açabilir. Beden bir bütün olduğuna göre, bu etkileşimin ters yönde gerçekleşmesi de olasıdır. Akciğer tedavisinde, dolaşım sisteminin durumu da göz önünde bulundurulmalıdır. Kalp ve dolaşım sistemi hakkında öğrendiklerimiz, akciğerler için de önemlidir. Bu doğrultuda, sindirim sisteminin ve özellikle dışkılama organlarının durumuyla da ilgilenmek gerekir; çünkü akciğerler, bağırsakların, böbreklerin ve derinin görevini, yani bedende oluşan atıkların dışkılanma görevini paylaşır. Bu organlardan herhangi birinde bir problem oluştuğunda, beden, öteki organlara daha fazla görev yükleyerek, dengeyi sağlamaya çalışır. Ama, atıkların dışkılanmasında akciğerlerin rolü sınırlıdır. Örneğin, bağırsaklardaki bir tıkanıklığa akciğerler çözüm üretemez.

Doku ortamı sürekli olarak oksijenle beslendiğinde, pek çok hastalıklı doku değişiklikleri önlenmiş olur. Kan dolaşımı yoluyla dokulara taşınan oksijenin miktarı ise, öncelikle solumaya bağlıdır.

Değinilen konulara bakıldığında, bu sistem için öngörülecek olan önlemlerin, öncelikle düzenli beden hareketleri yapmak ve doğru solumak olduğu görülür. Solumak, farkına varılmadan gerçekleşen bir işlevdir, ama doğru ve bilinçli solunumun değeri anlatılmakla bitmez.

Tüm hastalıklarda olduğu gibi, burada da geçerli olan başlıca kural şudur: En etkili önlem, doğru yaşam biçimidir. Beslenme, hareketlilik ve yaşam kalitesi, akciğerlerin sağlığını büyük ölçüde etkiler. Akciğerlerin sağlığının korunabilmesi için, kişinin iç dünyası ve dış dünyası uyumlu bir akış içinde olmalıdır. Soluduğumuz hava eğer kirli ise, ormanların yapısında bozulmalar olduğu gibi, akciğerlerin yapısında da bozulmalar başlar. Kimyasal atıklarla, gazlarla ve dumanla kirletilmiş havadan kaçınmak gerekir. Duman konusu açılmışken, sigaradan da söz etmek gerekir. Tütün kullanımı, birey ile çevresi arasında katran ve külden bir katman oluşturarak, akciğerlerin ekolojik işlevini sınırlar. Bu durum, bronşitten kansere kadar uzanabilen çok önemli problemlere yol açabilir. Ayrıca, bedenin geri kalan bölümünün gereksinimi olan oksijen miktarının azalmasından kaynaklanabilecek oluşumları da unutmamak gerekir. Eğer kendimizi ve çevremizi iyileştirmek istiyorsak, sigarayı bırakarak iyi bir başlangıç yapabiliriz.

Ayrıca, tanınması ve kaçınılması gereken daha başka türsel tehlikeler de var. Bir enfeksiyondan (bulaşıcıdan) korunmanın en basit yolu, o enfeksiyon kaynağından uzak kalmaktır. Ama her zaman ve her yerde böyle davranamayacağımıza göre, bedenimizin savunma ve bağışıklık sisteminin hep sağlıklı ve çalışır durumda tutulması kaçınılmazdır. Bu şansa sahip olan beden, dış etkenlere karşı kendini korumada olağanüstü başarılara ulaşabilir. Ama bu düzeye ulaşabilmesi için onu, çeşitli vitaminleri içeren dengeli bir beslenmeyle ve düşüncelerin, duyguların, davranışların dengeli ve sağlığı destekleyici olduğu bir yaşam biçimiyle güçlendirmemiz gerekir. Bu bağlamda, gereksiz yere veya gereğinden fazla antibiyotik kullanımına son verilmesi doğru olur. Gerektiğinde ve gereğince kullanıldığında hayat kurtarabilen bu tür ilaçlar, sağlığımızı korumakla görevli olan savunma ve bağışıklık sistemini tam anlamıyla iflas ettirebilme gücüne de sahiptirler.

Ayrıca, antibiyotikler, uzun süreli kullanımları sürecinde, alışılmışın üstünde dirençli bakterilerin üremesini sağlayabilirler ve bu durum, söz konusu hastalığın tedavisinin giderek zorlaşmasına yol açar. Doktorların gözlemlerine göre, bu tür gelişmeler son otuz yıl içinde giderek endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Doğru bir yaşam biçimi ve uygun şifalı bitkiler seçimi sayesinde, çoğu zaman antibiyotik kullanımına gerek kalmayabilir.

 

 

SOLUNUM

Vücutta bulunan bütün sistemler (sindirim, dolaşım, solunum ve boşaltım)
birbirleriyle uyum ve işbirliği içinde çalışırlar. Şekilde bu sistemlerin
birbirleriyle olan ilişkileri ve bağlantıları görülüyor.


Solunum hassas dengeler üzerine kuruludur. Solurken ciğerlerimize çektiğimiz
havanın soğuk ve kirli olması sağlığımızı olumsuz yönde etkiler. Bu yüzden
havanın önceden temizlenmiş ve ısıtılmış olması gerekmektedir. Burnumuz tam
da bu işe uygun olarak yaratılmıştır; burun duvarlarında bulunan kıllar ve
içerideki yapışkan madde, içeri giren havadaki tozları yutarak süzme işini
gerçekleştirir. Ayrıca hava, burun içindeki kıvrımlardan geçerek ısınır.
Burun kemikleri içinde öyle özel bir yapı vardır ki içeri giren hava, burun
içinde ancak birkaç tur attıktan ve ısındıktan sonra ciğerlere gidebilir.
Küçücük bir kemiğin içinde hava akımına bir kaç tur attıracak yapı ancak
özel bir tasarım sayesinde ortaya çıkabilir.
Bütün bu saydığımız basamaklar sonucunda içeri giren hava nemlendirilmiş ve
tozlardan arınmış şekilde nefes borusuna gelir.

 

 

Soluk alıp verme mekanizması

 

 

 

 

 

 

 

 

İYİ NEFES ALMA
İnsanda Solunum Sistemi:
Solunum elemanları sırası ile; ağız ve burun-gırtlak-soluk borusu-bronş-bronşcuk-alveol kesesi şeklindedir.
Burun boşluğunu döşeyen zar nemli ve kıllıdır. Hava burada temizlenir ve ısınır.
O2 alveollerden akciğer kılcallarına geçer.
Soluk borusu, yemek borusunun önünde yer alır. Besinler yutulurken epiglottis (gırtlak kapağı) otomatik olarak soluk borusunu kapatır.
Solunum merkezi omurilik soğanındadır.
Diyafram:
Göğüs boşluğunu karın boşluğundan ayıran kas tabakasıdır. Memelilerin karakteristik özelliğidir, kuşlarda bulunmaz.
Pleura Zarı:
Akciğerleri saran ince zardır

 

 

Solunum Hızını Etkileyen Faktörler
1.Sinir impusları
2.Kaburga kaslarının kasılıp gevşemesi
3.Diyaframın Kasılıp gevşemesi
4.Akciğerde ki basınç azlığı ve fazlalığı
5.Kanda ki CO2 konsantrasyonu (CO2 artarsa asitlik artar ve solunum hızlanır)

Soluk Alıp Verme Mekanizması
Nefes alma sırasında; diyafram kasılarak düzleşir, kaburga kasları kasılır, göğüs boşluğu genişler ve akciğerde ki hava basıncı düşer.
Nefes verme sırasında; diyafram gevşeyerek kubbeleşir, kaburga kasları gevşer. Göğüs boşluğu daralır ve akciğerde ki hava basıncı artar.
Canlılarda çeşitli O2 taşıyıcı pigmentler (hemoglobin, hemosiyanin) bulunur.

 


 

İSKELET VE KAS SİSTEMİ
 


 

 

 

 


Vidad Elemin

 

Bebekler doğarken 300 kemikle doğarlar.Daha sonra bu kemikler birleşerek 206 kemiğe düşerler.Bunun sebebi nedir?

 

İnsanlar vücutlarında 300 kemik ile doğarken, gelişim sürecinde bazı kemikler kaynaşarak birleştiğinden  ergenlikte bulunan kemik sayısı 206 ya iner..

 

İskelet 206 ayrı parçanın birleştirilmesinden oluşmuş gerçek bir mühendislik
harikasıdır. İnsan vücudu, birbirine eklenmiş bu parçalar sayesinde
olağanüstü bir hareket kabiliyetine sahip olur. Bugüne kadar yapılmış hiçbir
robot, insan vücudunun hareket kabiliyetini taklit edememiştir.

İskelet modeli yapımı İskelet modeli nasıl yapılır?

İskelet başlı başına bir mühendislik harikasıdır. Vücudun yapısal destek
sistemidir. Aynı zamanda beyin, kalp, akciğer gibi hayati organların
korumasını yapar, iç organlara destek olur. İnsan vücuduna, hiçbir yapay
makina tarafından taklit edilemeyen üstün bir hareket kabiliyeti verir.
Dahası kemik dokusu çoğu kimsenin zannettiği gibi cansız değildir. Kemik
dokusu vücudun kalsiyum, fosfat ve birçok önemli mineralinin bankasıdır.
Vücudun ihtiyacına göre bu mineralleri depo eder veya daha önceden depo
ettiklerini vücuda verir. Bütün bunların yanı sıra kırmızı kan hücrelerinin
üretimi kemikler tarafından yapılır.

İskelet bütün olarak mükemmel bir işleve sahip olmasının yanında, iskeleti
oluşturan kemikler de üstün bir yapıya sahiptirler. Vücudun taşınması ve
korunması gibi önemli bir görevi üstlenen kemikler, bu işi rahatlıkla yerine
getirebilecek kapasitede ve sağlamlıkta yaratılmışlardır. Vücudun
karşılaşacağı zor durumlar da hesaba katılmıştır. Örneğin; uyluk kemiği,
dikey durumda bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. Nitekim atılan
her adımda bu kemiğimize, vücut ağırlığımızın üç katı kadar bir yük
binmektedir. Hatta sırıkla yüksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalça
kemiğinin her santimetrekaresi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır. Peki
kemik denen ve bir tek hücrenin bölünmesi sonucunda ortaya çıkan bu yapıyı,
bu kadar kuvvetli kılan nedir? Sorunun cevabı kemiklerin eşsiz yaratılışında
gizlidir.

Konuyu daha iyi anlamak için günümüz teknolojisinden bir örnek vermek
yerinde olacaktır. Büyük ve yüksek yapıların inşasında kafes sistemleri
kullanılır. Bu inşaat tekniğinde yapının taşıyıcı elemanları, yekpare yapıda
değil, birbiri içine geçmiş, kafes şeklinde çubuklardan oluşur. Ancak
bilgisayarlarla yapılabilecek karmaşık hesaplar sayesinde, büyük köprüler ve
endüstriyel yapılar çok daha dayanıklı ve daha ucuza inşa edilmektedirler.

İnsan vücuduna ait uzun kemiklerin içindeki muhteşem organizasyon ve kemik
kesitinin mikrografiği. Kan hücreleri üreten, vücudun mineral bankası olan
kemikler canlıdırlar .




İşte kemiklerin iç yapısı da, insanların binalarda ve köprülerde kullandığı
bu kafes yapı sistemiyle benzer bir yapıdadır. Önemli bir farkla; kemik
içindeki sistem, insanların geliştirdiğinden çok daha üstün ve karmaşıktır.
Bu sayede kemikler, hem son derece sağlam, hem de rahatlıkla
kullanılabilecek hafifliktedirler. Eğer aksi olsaydı, yani kemiklerin içi,
dışı gibi sert ve tamamen dolu olsaydı, hem kemik ağırlığı insanın
taşıyabileceğinin çok üzerinde olurdu, hem de kemiğin yapısı gevrek ve sert
olup en küçük bir darbede çatlama ve kırılma yapardı.

Kemiklerimizin bu mükemmel tasarımı, bizim son derece rahat bir hayat
sürmemizi, çok zor hareketleri kolaylıkla ve hiç acı duymadan yapabilmemizi
sağlamaktadır. Kemiğin yapısının bir başka özelliği de vücudun gerekli
bölgelerinde esnek bir yapıya sahip olmasıdır. Örneğin göğüs kafesi; kalp ve
akciğer gibi hayati organları korurken, bir yandan da akciğerlere havanın
dolmasını ve boşalmasını sağlayacak şekilde genişler ve büzülür.

Kemiklerin esneklikleri zamanla değişebilir. Örneğin kadınlarda leğen kuşağı
kemikleri, hamileliğin son aylarına doğru gevşer ve birbirlerinden biraz
ayrılırlar. Bu son derece önemli bir ayrıntıdır, çünkü bu gevşeme sayesinde
bebeğin başı doğum sırasında ezilmeden dışarı çıkabilir.

Kemikteki mucizeler bunlarla da sınırlı kalmaz. Kemikler esneklikleri,
dayanıklılıkları ve hafifliklerinin yanı sıra, kendilerini tamir etme
özelliğine de sahiptirler.Bu da vücuttaki pek çok işlem gibi, milyonlarca
hücrenin beraber çalışmasıyla gerçekleşir.

İskeletin hareket kabiliyeti de üzerinde durulması gereken önemli bir
ayrıntıdır. Her adım atışımızda omurgamızı oluşturan omurlar birbiri üstünde
hareket ederler. Bu sürekli hareket ve sürtünme, omurların aşınmasına
sebebiyet verecekken bu tehlikeyi önlemek için her bir omur arasına disk
denen dayanıklı kıkırdaklar yerleştirilmiştir. Bu diskler amortisör görevi
yaparlar. Dahası her adım atışta, vücut ağırlığından kaynaklanan bir tepki
kuvveti yerden vücuda gelir. Bu kuvvet, omurganın sahip olduğu amortisörler
ve "kuvvet dağıtıcı" kıvrımlı şekli sayesinde, vücuda zarar vermez. Eğer
tepkiyi azaltan esneklik ve özel yapı olmasa, ortaya çıkan kuvvet direk
kafatasına iletilirdi ve omurganın üst ucu, kafatası kemiklerini
parçalayarak beynin içine girerdi.

Kemiklerin birbirlerine eklendikleri yerlerde de yaratılışın delilleri
görülür. Eklemler bir ömür boyunca hareket ettikleri halde yağlanmaya
ihtiyaç duymazlar. Biyologlar bunun nedenini araştırdılar: Eklemlerdeki
sürtünme nasıl ortadan kalkıyordu?

Bilim adamları, olayın "tam bir yaratılış mucizesi" olarak
nitelendirilebilecek bir sistemle çözüldüğünü gördüler: Eklemlerin sürtünme
yüzeyleri, ince ve gözenekli bir kıkırdak tabakasıyla kaplanmıştır ve bu
tabakaların altında ağdalı ve kaygan bir sıvı bulunur. Kemik, eklemin bir
yerine baskıda bulunursa bu sıvı gözeneklerden dışarı fışkırır ve eklem
yüzeyinin "yağ gibi" kaymasını sağlar.

Atılan her adımda, vücudun ağırlığı yüzünden, yerden vücuda doğru bir tepki
kuvveti doğar. Eğer omurlar arasında bulunan amortisörler olmasa ve omurga
dümdüz bir yapıya sahip olsaydı, bu kuvvet direkt olarak kafatasına
iletilirdi. Bunun sonucunda, omurganın üst ucu, beynin içine girer, kafatası
kemiklerini parçalardı.



Tüm bunlar insan bedeninin çok mükemmel bir tasarımın, daha doğrusu üstün
bir yaratışın ürünü olduğunu göstermektedir. İnsan bu mükemmel tasarım
sayesinde birbirinden çok farklı hareketleri büyük bir hız ve rahatlık
içinde yerine getirir.

Herşeyin bu kadar mükemmel olmadığını mesela tüm bacağımızın tek bir uzun
kemikten meydana geldiğini düşünün. Yürümek büyük bir sorun haline gelecek,
son derece hantal ve hareketsiz bir bedenimiz olacaktı. Bir yere oturmak
bile güçleşecek, bu tür hareketler sırasındaki zorlamalar nedeniyle bacak
kemiği kolaylıkla kırılabilecekti. Oysa insanın iskeleti, vücudunun her
hareketine kolaylıkla izin verecek bir yapıdadır.

 

 
 
  Bugün 6 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol